ŞİİRİ RENGE VE BİÇİME DÖNÜŞTÜREN RESSAM: “ERCÜMENT TARHAN

Lütfiye BOZDAĞ KALAYCI
Mart 2008 Muğla

Ercüment Tarhan geleneksel plastik dilden ödün vermeden gerçekleştirdiği 25 yıllık resim serüveninde, tanıklık ettiği hayatın izlerini sürmektedir. Bu tanıklık ressam olarak varoluş biçiminden ayırt edilemeyecek kadar resimleriyle özdeştir.
Pentürlerinde zaman zaman karşımıza çıkan “yolculuk” teması bugüne kadar yaptığı resimlerin genel örgüsünü oluşturmaktadır. Yolculuk; Tarhan’ın kendisine ve kendisi olmayana yaptığı seyahatlerdir. Bu seyahatlerde yapılan yolculuklar gelecek ve şu andan çok “geçmiş”le ilgilidir. Belleğinde derin izler bırakan çocukluğu ve ilk gençlik yılları, geçmişe duyduğu özlem ve geri getirilemeyenin çaresizliği, sessiz bir melankoli içinde resimlerinde anlam bulur.
Tarhan yolculuğa çıkmayı sevmez hatta çoğu kez uçağı, otobüsü kaçırır. Gitmekten hoşlanmaz, gizli bir ayrılamama hali yaşar, gitmekle kalmak arasında.
Yolculuk zordur…..
Bildiği, sahiplendiği, kendisiyle özdeş olmuş bir mekândan ayrılmak zordur. Ayrılırken bir mekânı terk ediş, bir parçasını da orada bırakmak gibidir. Çıkılan yol belirsiz, sürprizlerle doludur. Ama Tarhan, sürprizlerle gelen macera ve yeni yaşamlar, heyecanlar yerine eskiyi ve yaşanmışlığı tercih eder.
Yolculuk boyunca yanımızda taşıdığımız bavul, eşyaların konduğu bir seyahat nesnesi olmaktan öte, içinde kendimize ait, bazen geçmiş hayatın izlerini, anıları taşıdığımız mana yüklü kutsal bir hazneye dönüşür. Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda tahta bavul, gurbete gidenlerin tek başına sembolü olmuştur. Tarhan’ın “yolculuk” serisi resimlerinde sıkça kullandığı bavul, çanta, böylesi bir gurbetliğe gönderme yapmaktadır.
Yolculuk zordur. Yolculuğa çıkmak yaşanmışlıklara ihanet gibi gelir Tarhan’a. Ya da yaşanmışlıkları öksüz bırakıp gitmek gibi. Geçmiş onu bırakıp gitmiştir ama o geçmişi bırakamaz, vefalıdır, yolculuklara çıkmasını güçleştiren de vefadır.
Ne zaman yaşadık, neler yaşadık? Hayatı kimlerle, nerelerde paylaştık? Bir varmış, bir yokmuş, masal gibi, rüya gibi. Avucumuzdan hızla akıp giden zaman, tüm yaşanmışlıklara ihanet ederken bellek bu ihanete inatla direnir. Tarhan’ın resimleri de aynı gerekçeyle varoluşunu zaman-mekân-bellek kavramları üzerinden gerçekleştirir.
Yaşanmışlığın soyut yüzü: zaman, somut yüzü ise: mekândır. Zaman tüm hafifliğiyle uçup giderken mekân bütün ağırlığıyla oradadır. Çocukluğunun, mutlu olduğu dönemlerin geçtiği mekânlara Ercüment’in tutkuyla bağlanışı ve vazgeçemeyişi de bu yüzdendir.
Yaşanmışlıkların izlerini taşıyan her şey Ercüment için önemlidir. O nedenle resimlerinde ne nesneler sıradan eşyalar, ne de mekânlar sıradan yerlerdir. Günlük hayata eşlik eden eşyalar, yaşanmışlığın gerçek tanıkları olarak en somut halleriyle kurguda yerini alırken, mekan da uçup giden zamana karşı elde kalan tek gerçekliktir.
Tarhan, unutmaya karşı belleğin verdiği mücadelede yaşanmışlığı görünür kılan mekân ve nesnelere karşı da vefalıdır. Hatta onlarla kendini bütünleştirir. Bedeninin bir uzvu gibi görür. Mekânsız ve nesnesiz sadece figürden oluşan resim eksiktir. Bu nedenle onun resimlerinde mekân ve nesneler figürle aynı derecede öneme sahiptir. Nesneler ve mekân yaşanmışlığın vazgeçilmez metaforları olarak figürlerin gördüğü ilgi ve alakayı fazlasıyla hak etmektedirler.
Yolculuk zordur…
Bir yerlere varmak, bir şeyleri aramak ya da kaçmak için de gitmek zorunlu hale gelir. Sıladan ayrılmak, gurbete gitmek ve hasretlik çekmek yolculuğun hüzünlü yüzüdür ancak yeni varoluşlar için de kaçınılmazdır.
Yolculuk, yol ve yolcu arasındaki bu kaçınılmaz ilişki, Tarhan’ın pentürlerinde, psikolojik, tarihsel ve sosyal boyutuyla da bir diyalektik oluşturmaktadır. Her çıkılan yolculukta karşılaşılanlar ve yaşanan hesaplaşma Tarhan’ın yaratıcılığının döngüsel bir varoluş biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sıradan günlük hayat konuları sanatçının imge dünyasında yeniden biçimlenerek gizemli, lirik, bazen de melankolik bir atmosferle zenginleşerek yeniden kurgulanır. Duygularını açıkça ifade etmez Tarhan, hep bir gizem vardır; bir camın arkasından seyredilen belli belirsiz görüntülerin yansımaları gibi.
İçsel gözlemlerine dayanan güncel seyirler olgusu üzerine inşa ettiği kurgularında “betimsel olanla, nesnel olanı, plastik bir düzlemde görselleştirmek istiyorum.” diyen sanatçının resimlerinde; yaşanan güncelden hayatın anlamına doğru sorgulamalar ve saptamalar yer alır.
Tarhan’ın resimlerinde yalın, arınmış sıradan günlük hayat konularını seyrederken bir de bakmışsınız sessiz sedasız bir mana yolculuğunun içinde, hayatla yüzleşirken yakalarsınız kendinizi.
Yolculuğa çıkmak zor, dönmek ise bir o kadar keyiflidir. Sırtımızdaki yüklerin bir kısmını indirip hafifleriz, arınırız. Ercüment’in resimlerinde bu arınmanın izleri, yalınlık ve duruluk olarak görülür. Bu izlek seyirciyi yormaz hatta huzura doğru uzanan sessiz bir dinginliğe götürür.
Yaşamı; zaman-mekân-bellek olarak algılamak isteyen Tarhan’ın resimlerinde devamlılık doğum-yaşam-ölüm dizgesini takip eder. Geçmişle kurduğu bağ ise, nesneler ve mekan üzerindendir.
“Non-figüratiften yana değilim” diyen Ercüment için figür vazgeçilmezdir. Natürmortlarında ise nesneler figürdür. Her biri, bir yaşanmışlık öyküsü anlatır. İnsan yoktur ama yaşanmışlık izleri o kadar tazedir ki “Atölye” adlı resminde olduğu gibi. Atölyeden bir kesitin tasvir edildiği kurguda ressam az önce oradaymış ve paletini, fırçalarını bırakmış bir yere kadar gitmiş izlenimi hissedilir.
Kompozisyonda yer alan figürler ve nesneler arasında hiyerarşik bir düzenden söz edilemez. Figürler de nesneler de aynı derecede önemlidir. Resimlerde belli bir vurgu ya da merkez yoktur. Sanatçı, kurgularında benzer figür oluşumlarına peş peşe yer verir. Bir resimden diğerine konuların birbirini takip eden örgüsü hayatın devamlılığına öykünürken Tarhan’ın hayatla resim arasındaki sınırı nasıl ortadan kaldırdığının da ipuçlarını vermektedir.
Resimlerinde ağır basan kırsallık öğesi sanatçının geçmiş yaşamıyla doğrudan ilişkilidir. Kırlarda, sürülerini otlatmakla geçen çocukluğu Tarhan’da dağlar, bayırlar, nehirler, ağaçlar ve çiçeklerle vazgeçilmez bir doğa sevgisi olarak resimlerine kaynaklık etmektedir.
Geçmişe yaptığı içsel yolculuklarında özünü ve kendi gerçeğini arayan sanatçı için, çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının geçtiği Iğdır, özel bir yer tutmaktadır. Orada geçirdiği 23 seneden belleğinde kalanları resmederken o günleri yeniden yaşamaktadır. Geçmiş acılı bir yolculuktur; unutulanlar hatırlanır, kaybedilenler bıçak gibi hançereye saplanır, duyulan acı onları bir daha yaşayamamaktan, gidenleri geri getirememekten kaynaklanan anıtsal bir hüzne dönüşür. Tarhan’ın resimlerinde bu hüzne portreler gözleriyle eşlik ederken, renkler, sessiz sedasız, iddiasız bir ağır başlılıkla karşılık verirler.
Ercüment’in içsel yolculuklarında düşünsel olanın ağır yükü karşısında şiir de resim kadar vazgeçilmezdir. Resimlerinin ilham kaynağı şiirdir. Tarhan; “bazen bir dize haftalarca dilimde kalıyorsa, bir tek sözcük bile bir resmin başlangıç noktası olabiliyorsa” dediği şiiri resimle iç içe götürür. Ercüment için resim; şiirin biçim ve renge bürünmüş halidir. Şiir resim ilişkisini şöyle ifade eder: “Tanıdığım insanlarla olduğu gibi bildiğim çevre ve gördüğüm nesnelerdeki şiiri yakalamaya çalışıyorum. Bu eğilim, şiire olan yakın ilgimden kaynaklanıyor belki.”
Şiirin lirik ve romantik tadı Ercüment’in resimlerinde figürler ve renkler üzerinden hissedilir. Özellikle de kadın figürleri ince, narin ve estetize halleriyle resimdeki şiirin vazgeçilemez temsiliyeti olarak yerlerini alırlar. Resimlerinde kadınların erkek figürlerden daha çok yer bulması sadece biçimsel bir estetikle açıklanamaz elbette. Ercüment kadınları önemsemekte ve hayatında derin izler bırakan kadınlara resimlerinde yer vererek aslında tüm kadınlara göndermeler yapmaktadır. Kadınlar vazgeçilmezdir, özellikle kendi annesi ve çocuklarının annesi. En iyi bildiği iki kadın, bütün resimlerindeki kadın figürlerinin özeti gibidir. Kadınları resmederkenki hassasiyeti onların kırılganlıklarına, hassas, ince duyarlıklarına gösterdiği ihtimamla da özdeşleşmektedir.
Tarhan’ın yaşamında olduğu gibi resimlerinde de doğa çok önemlidir. İstanbul, çocukluğunun geçtiği Anadolu kasabasından çok farklı bir yerdir. Uçsuz bucaksız ovalar, dağlar, İstanbuldan çok uzaktadır. Kırsal hayata özlem duyduğu dönemlerde ise bahçelerle avunur. Tarhan için bahçe vazgeçilmez bir metafordur. Bahçe, sadece doğayla değil geçmişiyle de kurduğu bir bağdır. Bu bağ düne aidiyetin, çocukluğunun hasret kokan kucağıdır.
Tarhan’ın duyarlık süzgecinden geçen nesneler, günlük hayatın sıradanlığını öteleyerek yaşanmışlığın vazgeçilmezlik mertebesine ulaşırlar. Geçmişin derinliklerinde kalan yaşanmışlıkları resimlerinde yeniden hayata geçirirken, ölüme kafa tutan sanatçı, unutmak karşısında hatırlamayı, ölüm karşısında yaşamı, seçer.
İnsan/nesne, insan/doğa ve insan/insan ilişkileri üzerinden zaman/mekan/bellek kavramlarıyla resmini özne-nesne ontolojisi içinde kendi duyuş ve algılayış biçimi üzerine kurar. Merkezde insan vardır, aslolan insanı anlamak, hayatı sorgulamaktır. İnsanla doğa arasındaki, insanla nesneler ve insan arasındaki ilişki daima bu amaç etrafında irdelenmektedir.
Resimlerinin otobiyografik bir yanı var, Resimlerinde yer alan tüm figürler, portreler kendi öz yaşamıyla ilişkilidir. Sanatçı; “Bize mal olan nesneleri, yaşama biçimlerini seçiyorum” derken kendi yaşamından hareket edip, izleyeni insana ait olanla buluşturur.
Ercüment’in resimlerinde 2000’e kadar daha az rasladığımız portre, 2000’den sonra sıkça karşımıza çıkmaktadır. Portreye yönelme; insanı sorgulama ve iç dünyasını anlayabilme için yapılan içsel yolculuklarının devamıdır. Yüz; yaşanmışlıkların ipuçlarını verirken insanın içsel dünyasına da tercüman olmaktadır. Portrelerinde kişinin fiziki görünümünün altında gizlenen tinsel dünyasını anlamak ve anlatabilmek üzerine bir çaba söz konusudur.
Günümüzün yozlaşan değerler dünyasında; dürüstlüğünü ve masumiyetini yitiren insanın gerçek yüzünü görmek imkansız hale gelmiştir. İnsanlar gerçek yüzlerini maskeler altına gizlemek ve her durum karşısında başka başka maskeler takarak günü kurtarmayı amaç edinmektedirler. Tüm gerçekliği ve samimiyeti alıp götüren maskelerden elimizde kalan ise “şüphe ve güvensizlik”tir.
Ercüment’in “Genç Kız Sırtı, Kıyıda, Kurdelalı Kızın Başı, Pencere Önünde, Sabah Vapuru, Sonsuz, Sudaki Kadın Sırtı, Yeşil Giyisili Kadın” adlı resimlerinde yüzünü görmediğimiz sırtı dönük kadınlar vardır. İnsanın duygularını, yaşanmışlıklarını ortaya koyan sadece yüz müdür? Yüzünü görmediğimiz insanlarla ilgili fikrimiz olabilir mi?
Bu kadınların maskeleri yok, o nedenle yüzlerini görmediğimiz halde onlarla ilgili pek çok bilgiye ulaşabiliyoruz. Ercüment’in resimlerinde yüzleri görülmeyen portreler görülenler kadar gerçekçi. Görünüşleri, boynun üstüne düşen saçları, giyinişleri, duruşlarıyla, içlerini okuyabilecek kadar izleyene tanıdık gelen bu kadınların beden dili tensel/tinsel çözümlemeler yapabilmek için yeterince ikna edicidir.
“Yolculuk, bahçe, okuma, deniz” sanatçının ençok kullandığı metaforlardır. Bu metaforları taşıyan figürler, portrelerin yüzlerindeki durgun ifade, solgun renkler, hüzünlü bakışlar ve genellikle pekçok resme egemen olan soğuk renkler flu bir görüntü içinde gizemli ve melankolik bir duyarlıkla Ercüment’in hislerine tercüman olmaktadır.
Ercüment; “Siyah Defter” adını verdiği çalışmalarında günümüz hal ve gidişatı içindeki insanı konu alır. Günümüz insanının yaşadığı bunalımlar ve insanlık hallerini renksizlik içinde son derece yalın bir anlatımla siyah/beyaz tadında izleyiciyle paylaşır.
Tarhan’ın desenlerinde de siyah/beyaz figürler aynı hassas, duyarlı imgeler, duruluğun, yalınlığın, vakurluğun şiir tutkusuyla bütünleşen romantizm örgüsünde hayat bulur.
Sanatçının resimlerinde yer alan sıradan nesneler, yaşam kavgasının bize unutturduğu fani dünyanın, zamanı nasıl da hızla elimizden aldığını, sistemlerin, politikaların insanı nasıl acımasızca tükettiğini, bitmeyen koşuşturmacanın ve yaşam kavgasının, hırsın bireyi nasıl yozlaştırdığını, buna karşın gösterişsiz ve yalın bir hayatın unuttuğumuz huzuru ve dinginliği bize sunabileceğini göstermek ister gibidir.
Günümüzün reel gerçekliği; savaşlar, ölümler ve yoksulluk sanatçıyı derinden etkilemekte herşeyi tüketen, değerleri alaşağı eden politikalardan rahatsızlık duymakta, bunları kendine ait metaforlarla dile getirmektedir. Bu metaforlar son dönem resimlerinde özellikle 2007’den itibaren sıkça karşılaştığımız “okuma” ve ”deniz” üzerinde yoğunlaşmıştır.
Günümüzde insanlığın vardığı noktadan duyduğu memnuniyetsizliği bunun karşısında birşeyleri değiştirememenin çaresizliğini hisseden sanatçı, çözümü içe dönmekte bulur. “Okuma” serisi; “Denize Karşı Okuma, Büyük İskele, Boşlukta Okuma, İkili okuma, İskele Şiiri, Bahçede Okuma Arası, Aşkla Okuma” adlı resimlerinde “okuma” metaforunu her ne kadar kadın figürleri üzerinden yapsa da aslında bu duruma isyan eden insanı sembolize etmektedir.
Bu resimlerde “okuma” yapan kadınlar çevresiyle bağını kopartmış, kendi iç dünyalarına çekilmiştir. Etrafıyla ilgisi olmayan kadınlar, dış dünyaya gözlerini, kulağını kapatmış, kendi iç seslerini dinlemeye yönelmişlerdir. Çevresine yabancılaşmış, etrafıyla bağını koparacak kadar kendini okumaya vermiş kadınlar, dışarıdan kendilerini soyutlamak istercesine “ben”i kuşatan “dış”tan kaçmakta kitapların dünyasına sığınarak, yozlaşmaya doğru giden dünyanın atmosferinden korunmaya çalışmaktadırlar. İçlerindeki boşluğu kitaplardaki kirlenmemiş dünyayla doldurmak istemektedirler. Ressam için “okuma”, içsel yolculuğun, kendini arayışın vazgeçilmez bir aracıdır.
Deniz, Ercüment’in içsel yolculuğunun en önemli metaforlarından bir diğeridir. “Kayalıkta Anne ve Çocukları, Denize Karşı Okuma, Sonsuz Kıyı, Büyük İskele, Uzun Kıyı, Mola,Kıyıda Okuma, Karşı Kıyı, İskele, Deniz Özlemi, Denize Girenler” adlı resimlerinde görüldüğü gibi sanatçı, denizi bir özgürlük alanı olarak görür. Kendisiyle başbaşa kalabileceği, kendini doğaya ait hissedeceği yegane yerdir.
Deniz, kimi zaman sanatçının coşkularına, hayallerine kucak açan bir sevgili, kimi zaman da hüzün kokan, geçmişi hatırlatan hasretin adıdır. Kentin kaosundan insanı alıp götüren, ruhu sakinleştiren bir dost, uçsuz bucaksız görüntüsüyle uyandırdığı sonsuzluk ve özgürlük hissiyle sanatçıya daima ilham veren bir kaynaktır.
Sanatçının son dönem resimlerinde dikkati çeken farklılıklar açık-koyu kontrastlıkların daha belirginleşmesi ve tuval boyutunun büyümesidir. Açık-koyu kontrastlığı daha belirgin olmasına rağmen keskin bir sertlik yoktur. Soğuk renklerle ve az renk kullanılarak yapılan resimlerdeki fluluk bu kontrastlığı yumuşattığı gibi Ercüment’e ait gizemli, lirik atmosferin de devam ettiğini göstermektedir.
Tuval boyutlarının büyümesine ilişkin “Büyük resim çabuk bitmiyor, içinde dolaşabiliyorum” derken resim yapmaya olan tutkusunu ifade eden sanatçı için resim yapmak; bitmesi hiç istenmeyen uzatmak için ne gerekiyorsa yapılan bir aşk, hummalı bir tutku…