Herhangi bir sanat yapıtının varlak nedeni için yığınla gerekçe ileri sürülebilir. Ne varki, bunlar arasında en tutarsız olanı, yalnızca sevgi’yle açıklananıdır. Buna göre, resim yapmayı sevmekle ressamlık arasında en küçük bir ilişki yoktur. Çünkü gerçek ressam, resim yapmazsa değil, dile getirmek zorunda kaldığını resimle kusmazsa mutsuz olan kişidir. Gelgelelim, özellikle müzik ve resim gibi, anlatım araçlarının kavram iletiminde yetersiz kaldığı sanat dallarında, dile getirilecek olan şeyin nasıl’ı, her zaman ne’yi aşmaktadır. Böyle olmasa, ne elmalı ölüdoğa, ne de aşk, tutku, kin vb. Sayıca sınırlı olan insani duygular bir daha işlenebilirdi.
Ercüment Tarhan’ın resimleri ise ister istemez, Neşet Günal konusunda düşünmek zorunda bırakıyor kişiyi. Günal’ın resme konu olan düşünceyi biçimle özdeş kılan ustalığı, hiç kuşkusuz, atelyesinden geçen öğrenciler arasında yalnız Tarhan’ı değil, birçok genci etkilemiştir. Günal’ın bir tür magnet’e dönüşen ağırlıklı kişiliği, usta çırak ilişkisine izin vermeyen, kendisiyle sınırlı bir olgudur. Nitekim, ondan abartılı el ve ayaklara indirgenen düşüncesel içerik, son çözümde figürün vesileye dönüştüğü özgün bir resim diliyle örtüşürken, Tarhan’ın yaklaşımı, yalnızca figür ustalığıyla sınırlı kalan bir öykülemenin tehlikeli bölgesinde dolaşıyor. Ancak, Tarhan’ın büyük bir sorumlulukla kotardığı resimlerde, giderek kendisi olabilicek’e ilişkin güçlü ipuçları da yok değil. Örneğin, varlığı nesneye bağımlı rengin Günal’a oranla zorlanıyor olması, Tarhan’ın bu konuda verimli çıkış yollarına yöneldiğini açıkça kanıtlamakta.
Hürriyet/2 Temmuz 1984/İzmir